Burdasınız : Anasayfa »

Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı Pratik Bilgiler



Hz. Muahmmed ve Evrensel Mesajı Pratik Bilgiler

Âkib, Uskuf, Seyyid : Necranlı hristiyanlar, bu mektup üzerine ondördü ileri gelenlerinden ve idarecilerinden olmak üzere altmış kişilik bir heyeti Medine'ye gönderdiler. Bunlar arasında âkibleri Abdulmesîh, uskufları
Ebû Hârise b. Alkame, seyyidleri el-Eyhem de vardı. Âkib, Necranlıların emîri ve halk meclisinin başkanı; Uskuf, dini liderleri, papaz ve bilginlerin başı; Seyyid ise ticaret ve seyahat işleri başkanıdır.

Ay Takvimi : Cahiliye Araplarının takvimi "Ay Takvimi" idi. Kamerî aylar; Muharrem, Safer, Rebîülevvel, Rebîülâhir, Cemâziyelevvel, Cemâziyelâhir, Receb, Şaban, Ramazan, Şevval, Zilkade ve Zilhicce'dir. Haram aylar da Receb, Zilkade, Zilhicce ve Muharrem'dir. Haram aylarda yağma yapılmaz, kan dökülmez, serbestçe panayırlarda alışveriş yapılır ve hac görevi yerine getirilirdi.

Kusay : Mekke'nin idaresi ve hac hizmetlerinde bazı yenilikler yaptı; Kâbe'nin yanına, Kureyş kabilesinin önemli işlerinin görüşüldüğü Dârünnedve'yi inşâ etti. Kureyş kabilesinden her sene para toplayarak yemek hazırlamaya, hac mevsiminde hacılara, fakirlere ve yiyeceği olmayanlara Mekke'de, Mina'da ve Arafat'ta ikram etmeye başladı.
Rifâde: Mekkelilerden para toplayıp fakir hacılara yemek vermek; bu görev Hâşimoğullarının elinde idi.

Sikâye: Hacıların su ihtiyacının karşılanması; bu görev de Hâşimoğullarının elinde idi ve son olarak Abbas b. Abdülmuttalib tarafından yürütülüyordu.

Nedve: Mekke'nin ve Kureyş kabilesinin önemli işlerinin görüşüldüğü Dârunnedve'deki başkanlık görevidir. Bu, Abdüddâroğullarının elinde idi ve Nedve adı verilen kurul burada toplanırdı. Nikah merasimleri burada yapılır, erkek çocuklar burada sünnet edilirdi. Ordu komutanları savaşa çıkarken sancağı buradan alırlardı. Barış zamanında sancak meclis salonunda muhafaza edilirdi.

Hicâbe (Sidâne): Ka'be'nin perdedarlığı, bakımı ve anahtarının muhafazasıdır. Abdüddâroğullarından Osman b. Talha'da idi.

Livâ: Kureyş'in bayrağını taşıma imtiyazıdır. Abdüddâroğullarında idi.

Ukâb: Kartal veya karakuş manasına gelen Ukâb, Kureyş'in sancağı idi. Savaş sırasında ortaya çıkarılır ve onu ordu komutanı taşırdı.
Eşnak: Diyetlerin ödenmesi ve zararların tespiti görevidir. Teymoğullarının elinde olan bu görevi Hz. Ebû Bekir yerine getiriyordu.

Kubbe ve E'inne: Kubbe, savaş zamanında bir çadırın kurulması ve Kureyşlilerin orduyu techiz için getirdikleri savaş malzemelerini ve paraları burada toplama görevidir.

E'inne ise savaşta Kureyş ordusundaki süvari birliğine kumandanlık yapmaktır. Bu ikisi Mahzumoğullarından Halid b. Velid'in uhdesinde idi.

Sifâret: Kureyş'in yabancılar nezdinde temsil edilmesi. Adiy kabilesinin elinde olan bu görevi Ömer b. Hattab yürütüyordu.

Eysâr: Bir işe başlamadan önce "Ezlâm" adı verilen oklarla bir çeşit kumar oynamak ve fala bakmak. Cumah'tan Safvân b. Ümeyye bu işe bakıyordu.

Meşûra veya Meşveret: Kureyş kabile reislerinin bir işe karar vermeden önce bu işe bakan kimseyle istişare etmeleridir. Esed'den Yezîd b. Zem'a bu görevi yürütüyordu.

Hukûme veya Emvâl-i Muhaccere: Bu görev putlara sunulmuş olan malların saklanmasıdır. Sehmoğullarından Hâris b. Kays buna bakıyordu.

Bâbü's-Selâm : Başlangıçta kıblesi Kudüs'e doğru olan Mescid-i Nebevî'nin üç kapısı vardı. Birinci kapı güneyde, bugünkü kıble duvarında bulunuyordu (Bâbü's-Selâm). İkinci kapı doğu tarafında idi (Bâbü-Cibrîl). Hz. Peygamber bu kapıyı kullanırdı. Üçüncü kapı ise batı yönünde bulunuyordu (Bâbü-Âtike). Güney duvarı boyunca Suffe denilen bir revak veya gölgelik bulunmaktaydı. Kıble, Kudüs'ten Kâbe'ye çevrilince güney yönünde bulunan kapı kapatılarak kuzey yönünde aynı adla yeni bir kapı açıldı. Diğer kapılarda herhangi bir değişiklik yapılmadı.

Berâe (Tevbe) Sûres : Hz. Peygamber, Tebük Seferi'nden Medine'ye döndükten sonra Hz. Ebû Bekir'i hac emiri tayin ederek üç yüz kadar Müslümanla birlikte Mekke'ye gönderdi. Esasen hac da bu yılda (9/631)farz kılınmıştı. Bu sıralarda, hem müşrikler ve hem de onlarla Hz. Peygamber arasındaki genel ve özel antlaşmalar hakkında Berâe (Tevbe) Sûresi'nin başından itibaren 28 âyet nâzil oldu. Bu âyetlerde, Allah Teâlâ, Müslümanların müşriklerle yapmış oldukları antlaşmaları tek taraflı olarak feshettiğini ve onların Müslüman olmalarını, yoksa öldürüleceklerini, Kendisi ve elçisi adına ihtar ve ilan etmektedir.

Cizye : İslâm devletindeki gayr-i müslim tebaadan alınan baş vergisidir. Âkıl, bâliğ, hür, maddi gücü yerinde ve sağlıklı olan gayr-i müslim erkeklerden alınırdı. Gözleri görmeyen, felçli, yaşlı, çalışmaktan aciz ve yoksul kimseler, bu konuda farklı görüşler olmakla beraber, cizye vermekle mükellef değildi. Cizye karşılığında zimmîlerin can, mal ve inanç hürriyetleri güvence altına alınırdı. Hz. Peygamber, antlaşma yaptığı zimmîlere bu hakları taahhüt etmiştir. Bu uygulama Hz. Peygamber zamanında başlamıştır. 9/630 yılındaki Tebük seferi esnasında nâzil olan Tevbe Sûresinini 29. ayet-i kerîmesinde, ehli kitap, eğer İslâmiyeti kabul etmezlerse, cizye ödemeleri, bunu reddederlerse kendileriyle savaşılması emredilmektedir. Cizye ayetinin inmesiyle Hz. Peygamber aynı yıl Eyle, Ezruh, Cerbâ ve Dûmetülcendel; ertesi yıl Necran, Yemen, Bahreyn, Maknâ, Teymâ ve Hecer'deki gayri müslimlerle cizye ödemeleri şartıyla antlaşmalar yapmıştır.

Dârülerkam : Hz. Peygamber İslâm'ı tebliğ için uygun yerin şimdilik Erkam'ın evi (Dârülerkâm) olduğu kanaatine vardı. Mekke döneminde ve peygamberliğin ilk yıllarında Hz. Peygamber'in Dârülerkâm'daki faaliyetleri önemli bir merhale teşkil eder. Henüz on yedi veya on sekiz yaşlarında iken İslâm'ı kabul eden Erkam b. Ebü'l-Erkam'a ait olan bu ev tebliğ faaliyeti için son derece elverişli idi.
Peygamberimiz Cahiliye döneminde kendilerine hayvan yüreği yemeyi yasaklayan Cu'fî temsilcilerine kızarmış bir yürek ikram eder. Eti yemek üzere eline alan heyet üyesi Seleme b. Yezid'in, muhtemelen heyecandan ve yasak saydığı bir şeyi yemekten korktuğu için eli titrer. Peygamberimiz kendisine cesaret vererek "Ye onu!" deyince adam yürek etini yer.

Ebnâ(oğullar) : Yemen'de yarım asır (575-629) süren Sâsânî idaresi esnasında İranlıların yerli kadınlarla evlenmeleri üzerine "Ebnâ" (oğullar) adı verilen yeni bir etnik grup ortaya çıktı. Yemen'de siyâsî ve askerî gücü elinde bulunduran Ebnâ, kültür bakımından zamanla Araplaştı. San'a'da Sâsânîlerin son, İslâm'ın da ilk valisi olan Bâzân; peygamberlik iddiasında bulunan Esved el-Ansî'yi öldüren ve Hz. Ebû Bekir tarafından

San'a'ya vali tayin edilen Fîrûz ed-Deylemî, Ebnâ'ya mensup meşhur kişilerdir.
Rahmet peygamberi olan Hz. Muhammed (s.a.s.), daha evvel kendisine ve ashabına yapılan haksızlık ve tecavüz karşısında bedduaya yeltenmediği halde, otuz veya kırk gün sabah namazlarında Bi'r-i Mâûne'de İslâm davetçilerini öldüren kabilelere beddua etmiştir.
Hz. Muhammed (s.a.s.)'in idaresi: Adalet, ahlâk, istişâre, bîat ve ehliyet esaslarına dayanıyordu.

Er-ru'yâ es-sâdıka: Kur'an-ı Kerim'de peygamberliğin (bi'set) nasıl başladığı konusunda ayrıntılı bilgi mevcut değildir. Hadislerde ve tarih kitaplarında vahyin doğru rüyalarla (er-ru'yâ es-sâdıka) başladığı bildirilmektedir. Peygamberliğin ilk müjdeleri kabul edilen ve altı ay süren bu rüyaları gördüğü süre zarfında Hz. Muhammed (s.a.s.), biraz önce söylediğimiz gibi yalnız kalmayı tercih ediyor ve Hira'da tefekküre dalıyordu.

Emânnâme : Hz. Peygamber heyetler Medine'den ayrılırken onlara çeşitli hediyeler veriyordu. Bazılarına emânnâme, ahidnâme (yazılı emir ve talimat, bazı şahıs ve gruplara tanınan hak ve imtiyazları, yabancılarla yapılan antlaşma hükümlerini içeren belge) ve kendilerine tahsis edilen arazileri bildiren yazı veriyor; bazı kabilelere kendi içlerinden valiler tayin ediyordu.

Emirnâme : Hz. Peygamber kabileler arasında dengeyi korumak, sınır tecavüzleri sebebiyle ortaya çıkabilecek tatsız olayları önlemek ve kabilelerin karşılıklı olarak haklarına riayet etmesini sağlamak istiyordu. Bu amaçla kabilelerin birbirinin topraklarına izinsiz girmelerini yasakladığı oluyordu. Nitekim Esed kabilesine Tay kabilesinin sularına ve topraklarına izinsiz girmelerini yasaklayan bir emirnâme vermiştir.
Enfâl : Hz. Peygamber döneminde devletin başlıca gelirleri, ganimetin beşte biri (Humus), cizye ve zekat idi. Gayr-i müslimlerden savaş yoluyla elde edilen her türlü mal ve esirlere ganimet (çoğulu: ganâim) denir. Kur'an-ı Kerim'de ganimet anlamında "enfâl" de kullanılmıştır. Enfâl Sûresinin ilk ayetinde ganimetlerin Allah'a ve Resûlüne ait olduğu belirtilmiştir. Daha sonra savaş ganimetleriyle ilgili ayrıntılı hükümler içeren ayet nâzil olmuştur. Bu ayete göre ganimetin beşte biri Allah'a, Resûlüne, onun akrabasına, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir. Ganimetler, savaş esirleri, arazi ve menkul mallar olmak üzere üçe ayrılır. Savaş esirleri de gayr-i müslim erişkin erkekler, kadın ve çocuklar olmak üzere iki kısımda mütalaa edilir.

Hz. İsmail ve nesli, başlangıçta tevhid inancına sahiptiler. Kâbe, tevhid inancının simgesi idi. Putperestlik onlar arasına dışarıdan sokulmuş ve daha sonra Allah'a şirk koşmayı âdet haline getirmişlerdir. Zamanla Esnâm (tekili: sanem), Evsân(tekil: vesen) ve Ensâb (tekili: nasb) denilen putlara, heykellere ve dikili taşlara tapmaya başlamışlardır. Putperestliğin doğal sonucu olarak put evleri şeklinde çok sayıda tapınak yapılmıştır. Tapınaklara genellikle ev (beyt) denilir, küp şeklinde olanlara da kâbe adı verilirdi.

Ezan : Hicretin 1. (1/622) veya bir rivayete göre 2. (2/623) yılında ezan yürürlüğe konmuştur.

Feth-i mübîn ve Nasr-ı azîz : Fetih Sûresi'nin ilk âyetlerinde Hz. Peygamber'e Allah tarafından açık bir fethin (feth-i mübîn) ve yüce bir yardımın (nasr-ı azîz) bahşedildiği bildirilir. Daha sonra Hudeybiye Barış Antlaşması ve İslâmiyet'in genel konumu itibarıyla Müslümanların kalbine güven verildiği ve bu sayede imanlarının güçlendiği haber verilir. Hz. Muhammed (s.a.s.)'e bîat edenlerin aslında Allah'a bîat etmiş oldukları belirtilir.

Fetretü'l-Vahiy : Cebrail(a.s)’ın Hz. Peygambere ilk kez göründükten ve ilk vah’yi bildirdikten sonra bir süre Hz. Peygambere görünmedi. Bu defa aynı tecrübenin tekrarlanmasını ve kendisine gelen meleğin yeniden görünmesini istiyordu. Bu ümitle sık sık Cebrâil'le karşılaştığı Hira Mağarası'na gidiyor ve onu gözlüyordu. Fakat günler, haftalar geçtiği halde melek gelmiyordu. Bu şekilde aradan uzun zaman geçti. Buna "Fetretü'l-Vahiy" denir

Varaka b. Nevfel : Pehgamberimizin eşi Hz. Haticenin amcasının oğludur. İlk vahiy geldiğinde Peygamberimiz çok korkmuştu. Eşi Hatice onu teselli etmeye çalıştıktan sonra amcasının oğlu Varaka b. Nevfel'e götürdü. Çünkü Varaka, Yahudilik ve Hristiyanlık hakkında bilgisi olan, Tevrat ve İncil gibi kitapları okuyan, bunları bilen kimselerin sözlerini dinlemiş olan bir bilgindi. Putlara tapmaktan nefret ederdi. Okuma-yazma biliyordu. Kitâb-ı Mukaddesi çok incelemiş, onu İbrânîce harflerle Arapçaya çevirmişti. Gözleri görmeyen Varaka, Hz. Muhammed (s.a.s.)'den başından geçenleri dinleyince şunları söyledi: "Bu gördüğün, Allah'ın Mûsâ'ya indirdiği Cebrâîl (Nâmûs)'dir. Keşke davet günlerinde genç olsaydım! Keşke kabilenin seni yurdundan çıkaracağı günler hayatta bulunsaydım." Varaka'nın bu sözlerini işiten Hz. Muhammed (s.a.s.) "Onlar beni buradan çıkaracaklar mı?" diye sordu. O da "Evet, çünkü senin getirdiğin şeyi getiren herkes, bu düşmanlığa uğramıştır. Eğer o günlere yetişirsem sana mutlaka yardım ederim" şeklinde cevap verdi. Hz. Peygamberi bu sözleriyle teselli etmiş, onu rahtlatmış ve cesaret vermiştir.


Gazvetü'l-Usre :(Güçlük Gazvesi) Suriye'den gelen bazı tüccarlar, Bizans İmparatorunun, Hristiyan Arap kabilelerinin de desteğini alarak Müslümanlara karşı savaş hazırlığına başladığına dair Medine'ye bazı haberler getirdiler. Bunun üzerine Peygamberimiz, Eslem, Gıfâr, Cüheyne, Eşca' ve Süleym gibi diğer Arap kabilelerinin de katıldığı otuz bin kişilik bir ordu hazırladı. O, genellikle sefer için gideceği yeri gizli tuttuğu halde bu sefere çıkarken hedefinin Bizans ordusu olduğunu açıkça beyan etti. Çünkü yol uzun, düşman güçlü ve kalabalık, hava da sıcaktı. Hurmalar olgunlaşmıştı. Halkın meyvelerin altında, ağaçların gölgesinde oturmaktan hoşlandığı bir zamandı. Tebük Seferi (9/630)’nin tesadüf ettiği bu zamana Kur'an dilinde Güçlük zamanı (Sâatü'l-Usre), o nedenle de bu sefere Güçlük Gazvesi' (Gazvetü'l-Usre), orduya da Güçlük ordusu (Ceyşü'l-Usre) denilmiştir.

Hac emîri : Bu görev Mekke'nin Fethi'nden sonra ihdas edilmiştir. Mekke'nin fethedildiği yılda Hz. Peygamber'in özel olarak hac emîri tayin etmediği, bu görevi Mekke Valisi Attâb b. Esîd'in yerine getirdiği görülmektedir. 9/631 yılına gelindiğinde, haccın farz kılınması üzerine Hz. Peygamber Hz. Ebû Bekir'i hac emîri tayin ederek 300 kişilik bir kafilenin başında Mekke'ye gönderdi. Ertesi yıl, yani 10/632 yılında Hz. Peygamber bizzat haccetti. Hz. Peygamber'in vefatından sonra hac farîzasının emniyet içinde yerine getirilebilmesi işini halifeler üstlenmişlerdir. Halifeler bu görevi ya bizzat kendileri yürütmüşler, kendileri hacca gidemedikleri zaman ise güvendikleri bir şahsı hac emîri tayin etmişlerdir.

Haccetü’l-Belâğ : Peygamberimiz hicretin onuncu yılında (10/632)hac farizasını yerine getirmiştir. Onun bu haccına, sahâbîlerle vedalaştığı ve bir daha Kâbe'yi görmediği için Vedâ Haccı (Haccetü’l-Vedâ), Müslümanlara hac ibadetinin bütün hükümlerini hem nazarî olarak bildirdiği ve hem de pratik olarak gösterdiği için Belâğ Haccı (Haccetü’l-Belâğ), haccın farz kılınmasından sonra ilk haccı olması dolayısıyla İslâm Haccı (Haccetü’l-İslâm) gibi isimler verilmiştir. Fakat onun bu haccı daha ziyade "Veda Haccı" olarak meşhur olmuştur.

Hanîf : Cahiliye döneminde Allah'ın birliğine inanan, putperestliği reddeden ve Kureyş'in yanlış âdet ve inançlarına karşı çıkan bazı kimseler vardı. Bunlara Hanîf (çoğulu hünefâ, ahnâf) denilmektedir. Tevhit inancına sahip olan Hanifler Hz. İbrahim'in dinini yaşatmaya çalışırlar, Yahudilik ve Hristiyanlıktan uzak kalırlar, putperestlikle mücadele ederlerdi. Bunlar okur-yazar kişilerdi. Bir kısmı İbrânîce ve Süryânîce gibi dilleri bilirdi. Bunlardan bir kısmının Hz. İbrahim dinine en yakın din kabul ettikleri Hristiyanlığı benimsedikleri görülmektedir.

Haram aylar : Bunlardan dördü haram aylardır; bu dördün üçü birbiri arkasına gelir: Zilkade, Zilhicce, Muharrem, dördüncüsü Mudar kabilesinin Receb ayıdır ki bu, Cemâziyelâhir ile Şaban ayı arasında bulunur.

Senetü'l-Vüfûd : Heyetler yılı. Hz. Muhammed (s.a.s.)'in peygamber olarak görevlendirildiği VII. mîlâdî yüzyıl başlarında, Mezhic kabilesinin bir kolu olan Benî Hâris b. Ka'b (Belhâris) kabilesinin yaşadığı Necran bölgesinde kalabalık bir hristiyan topluluk oturuyordu. Heyetler yılı (Senetü'l-Vüfûd) diye meşhur olan 9. hicrî yılda (630-631) Necranlı hristiyanlar, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in bir mektubunun kendilerine ulaşması üzerine heyet halinde Medine'ye geldiler. Hz. Peygamber bu mektubunda onları İslâm'a davet ediyor, şayet kabul etmezlerse cizye vermelerini, onu da kabul etmezlerse kendileriyle savaşılacağını bildiriyordu.

Hilfü'l-Fudûl : Araplar arasında savunma, himaye veya zulme uğrayanın hakkını zalimden alma gibi amaçlarla ittifak kurulurdu. Bu, anılan maksatlarla iki veya daha fazla kabile, bir kabile ile başka bir kabileye mensup bir şahıs veya iki şahıs arasında yardımlaşmayı ve dayanışmayı temin için gerçekleşebilirdi. "Hilf" (çoğulu ahlâf) adı verilen bu ittifak ve antlaşmalar, kuruluş amacına veya kuruculara verilen sıfatlara göre Hilfü'l-Fudûl, Hilfü'l-Mutayyebûn, Hilfü'l-Ahlâf gibi adlarla anılırdı. Hz. Muhammed (s.a.s.), Ficâr Savaşlarından kısa süre sonraHâşim, Muttalib, Esed, Zühre ve Teymoğullarının ittifakı ile kurulan Hilfü'l-Fudûl Antlaşması'na katılmıştır. Bu antlaşmanın gerçekleşmesine Hz. Muhammed (s.a.s.)'in amcası Zübeyr teşebbüs etmiştir.

Hızâne : Mescid-i Nebevî'nin inşâsı tamamlandıktan sonra Peygamberimiz, geçici olarak yerleştiği Ebû Eyyûb'ün evinden ayrılarak Mescid'in hemen bitişiğine aile mensupları için yapılan odalara taşındı. Başlangıçta bu odaların sayısının, birisi Hz. Hatice'den sonra evlendiği Sevde'ye, diğeri de Âişe'ye ait olmak üzere iki olduğu söylenmektedir. Hz. Peygamber'in evlilikleri arttıkça bu odalara yenileri ilave edilmiş ve sayıları dokuza ulaşmıştır. Odaların kapı açıklığı kilim veya kumaş perde ile kapatılıyordu. Hz. Peygamber'in odalarının duvarları da kerpiçle örülmüş, üstleri hurma dal ve yaprakları ile örtülmüştü. Bu odaların dışında Meşrube, Şurfe, Hızâne adlarıyla anılan bir başka odadan daha bahsedilir. Burası gıda maddeleri, silahlar vesaire eşyanın saklandığı bir devlet hazinesi (Beytülmâl) olarak kullanılmaktaydı. Buranın muhafaza ve idareciliği ileBilâl-i Habeşî görevlendirilmişti.

Humus : Ci'râne'de esirlerin dışında kalan ganimet mallarının taksiminde, Müellefe-i Kulûb'a (kalpleri İslâm'a ısındırılmış kimselere) ganimetin beşte birinden (humus) pay ayrıldı. Müellefe-i kulûb'un çoğunu yeni fethedilen Mekke'nin eşrâfı teşkil ediyordu. Bunlar arasında Kureyş lideri Ebû Süfyan,oğulları Yezîd ve ileride halife olacak Muaviye de vardı. Müellefe-i kulûbKur'an-ı Kerim'de aynı zamanda zekât verilecek zümreler arasında da zikredilmektedir.

İfk olayı : Mustalikoğulları Gazvesi sonunda Hz. Âişe'ye yapılan iftira (İfk) olayına gelince, Hz. Peygamber bu sefere hanımı Âişe'yi de beraberinde götürmüştü. Savaştan sonra Medine'ye dönülürken ordunun konakladığı bir yerde Hz. Âişe devesinin mahmilinden inip bir ihtiyacını gidermek için ordugâhtan uzaklaştı. Dönüşünde gerdanlığının düştüğünü farketti ve onu aramaya çıktı. Tam o sırada, Hz. Âişe, devesinin üzerindeki hevdec adı verilen kapalı, yuvarlak ve üstü kubbeli kafesinin içinde bulunduğu sanılarak, orduya hareket emri verildi. Hz. Âişe geri döndüğünde ordunun konak yerinden uzaklaştığını gördü ve kendisini almaya gelecekleri ümidiyle beklemeye başladı; ve bu sırada uykuya daldı. Ordu gece vakti konakladığı ve hareket ettiği için[384] olayın bu şekilde meydana gelişi son derece tabiîdir. Öte yandan ordunun ardçısı Safvan b. Muattal, Hz. Âişe'yi gördü ve devesine bindirerek orduya yetiştirdi. Bu sefere katılmış olan münafıkların reisi Abdullah b. Übey, derhal Hz. Âişe ile onu orduya yetiştiren şahıs hakkında iftiraya başladı. Mistah b. Üsâse, Hassân b. Sâbit ve Hamne bint Cahş gibi bazı Müslümanlar da onun iftirasına alet oldular.


İhtikâr : Ticârî bir malı pahalanması gayesiyle stoklayıp piyasaya arzını geciktirmek. Hz. Peygamber ticârî bir malı pahalanması gayesiyle stoklayıp piyasaya arzını geciktirmeyi (ihtikâr) yasaklamıştır. Çünkü bu, fiyatların sun'î bir şekilde yükselmesine ve normal piyasa seviyesinin üstüne çıkmasına yol açmaktadır. Özellikle temel ihtiyaç maddeleri sözkonusu olduğunda bu tutum toplumun zarar görmesine sebep olmakta ve uzun müddet devamı halinde toplumsal bunalımlara yol açmaktadır. Hz. Peygamber, malı çok pahalı satmak için bekleten kimseyi kötülemiştir.

Kulleys : Ebrehe’nin San'a'da yaptırdığı meşhur tapınağın adı. Eryât ile Ebrehe arasında anlaşmazlık çıkması sonucu halkın desteğini de sağlayan Ebrehe, Eryât'ı öldürerek Yemen'in idaresini eline geçirdi (537). Habeş hükümdarı yeni bir iç savaşa meydan vermemek için, kendisine bir mektup yazarak itaatını arzeden Ebrehe'nin Yemen valiliğini onayladı. Ebrehe, San'a'da meşhur Kulleys tapınağını yaptırarak bütün Arapların burayı ziyaret etmesini istedi. Onun bu hareketi Arapların tepkisine yol açtı; Kinâne kabilesinden bir şahıs tapınağa girerek pisledi. Buna kızan Ebrehe, Kâbe'yi tahrip etmek gayesiyle önünde filler bulunan bir orduyla Mekke üzerine yürüdü. el-Muğammes denilen yerde karargâh kurdu.


Kurrâ : Suffe'de Hz. Peygamber'in dışında okuma-yazma ve Kur'an öğretmek üzere öğretmenler de görev yapıyordu. Ubâde b. Sâmit bunlardan biridir. Burada toplanan öğrenciler esas itibarıyla kendilerini Kur'an öğrenimine vakfetmişlerdi; Kur'an âyetlerini aralarında müzakere ederler ve geceleri ilim tahsili ile meşgul olurlardı. Bu sebeple bunlardan yetmiş kişiye "kurrâ" adı verilmiştir. Hz. Peygamber Medine dışına irşad ve İslâm'ı anlatmak için bir kimse veya ekip göndereceği zaman Suffe Ashabı arasından seçerdi. Bunlardan orduya katılanlar, diplomatik faaliyetlerde görevlendirilenler ve müezzinlik yapanlar da vardı.

Medine Sözleşmesi : Hz. Peygamber, Müslümanların yanısıra Medine toplumunu oluşturan Yahudileri ve diğer grupları bir şehir devleti halinde teşkilatlanmaya ikna etti. Durumu müzakere etmek üzere Enes b. Mâlik'inevinde bir toplantı yaptı. Bu toplantıya katılanlar Medine toplumunu yeniden düzenleyen bir sistem oluşturmaya karar verdiler; birbirleriyle ve yabancılarla ilişkilerini, idârî ve adlî yapılarını, fertlerin sahip oldukları din ve vicdan hürriyetini, haklarını ve sorumluluklarını belirli esaslara bağlayan bir metin hazırladılar. Bir sosyal mukavele olarak da kabul edilebilecek bu metin,şekil açısından bugünkü anayasalarla hayli farklı olsa da bir anayasa niteliğindedir. Bu metin, ana kaynaklarımızda bütün halinde bize intikal etmiş bulunmaktadır. "Kitâb", "Sahîfe" ve "Müvâdea", yani sulh antlaşması adını taşıyan bu vesîka zamanımızda Medine Anayasası, Medine Vesîkası, Medîne Belgesi, Medine Sözleşmesi ve Medineliler Sözleşmesi olarak anılmaktadır. Ondokuzuncu yüzyıldan günümüze kadar, çeşitli araştırmacılar tarafından inceleme konusu yapılmıştır.

Mele : Bedevîlerdeki kabile meclisinin şehirdeki karşılığı olan "Mele'" mevcut idi. Mele' her oymaktan önde gelen bir veya iki kişinin oluşturduğu meclisti. Bu meclisin nüvesini Kureyş kabilesini bedevîlikten hadarîliğe geçiren Kusay tarafından ihdas edilmiş olan meclis teşkil etmektedir. Dolayısıyla bu, Kureyş'in kabile yapısına hadarîliğin getirdiği bir yenilikti. Mele'in yaptırım gücünden çok ahlâkî otoritesi vardı. Bu kurum, siyâsî anlamda bir parlamento ve şeyhler meclisi değil; ancak önemli işlerde ve ihtiyaç duyulduğunda görüşlerine başvurulan bir danışma meclisi idi. Etkili kararlar oybirliği ile alınan kararlardı. Mele', çoğunlukla uzun inceleme, düşünme ve görüşmeler sonucu karar verirdi. Bu meclis, yeniliği kolay kolay kabul etmeyen tutucu insanlardan oluşuyordu.

Mesâlibü'l-Arab : Arapların Câhiliye dönemindeki çirkin davranışlarına kaynaklarda "Arapların ayıpları" (Mesâlibü'l-Arab) denilir. Bunlar kibir, câhiliye asabiyeti, gasp, içki, fuhuş, kumar, intikam arzusu, riba, hırsızlık, kan dökme, yetim malı yeme gibi şeylerdir. Şüphesiz Arapların hepsinin bu işleri yaptığı söylenemez. Onların arasında içki içmeyen, fuhşa yanaşmayan pekçok kişi de vardı. Hz. Ebû Bekir bunlardan biridir.
Fezâilü'l-Arab : Bunların yanında Arapların güzel davranışları da vardı. Bunlara "Arapların faziletleri" (Fezâilü'l-Arab) denilir. Bağımsızlık ve özgürlüklere düşkünlük, yiğitlik (mürüvve: kavgada cesaret, felâket ânında sabır, zayıfı korumak, güçlüğe karşı koyma), cömertlik, ahde vefâ, misafirperverlik, kendilerine sığınanları himaye etme, kanaatkârlık ve sabır bunlardandır.

Mescid-i Nebevî : Medine'de İslâm toplumunun oluşmasında ve Müslümanlar arasında birlik ve beraberliğin sağlanmasında en önemli unsurlardan birisi Mescid-i Nebevî (Peygamber Mescidi)'dir. Hz. Peygamber devesinin çöktüğü alana bir Mescid inşa etmeye karar verdi. Medinelilerin hurma kuruttuğu bu arsayı satın almak istediğinde sahipleri, karşılıksız olarak vermek istediler. Ancak Hz. Peygamber bunu kabul etmedi. Arsanın değeri olan on dinarı Hz. Ebû Bekir ödedi.

Muâhât (Kardeşleştirme) : İslâm tarihinin en eski kaynakları, Hz. Peygamber'in, birisi hicretten önce Mekke'de, diğeri de hicretten sonra Medine'de Müslümanları iki defa özel olarak kardeşleştirdiğini kaydederler. Mekke'deki kardeşleştirmede (muâhâtta) son derece anlamlı bir husus dikkati çekmektedir. Bu, Kureyş'e mensup bazı Müslümanların azatlı kölelerle kardeş ilan edilmesidir. Kaynakların bu konuda verdiği listeler incelendiğinde Kureyş mensuplarıyla şu azatlı kölelerin kardeşleştirildiği görülmektedir: Hz. Peygamber'in azatlısı Zeyd b. Hârise ile Hz. Hamza, Ebû Huzeyfe'nin azatlısı Sâlim ile Ebû Ubeyde b. Cerrâh ve Hz. Ebû Bekir'in azat ettiği Bilâl-i Habeşî ile Ubeyde b. Hâris. Hz. Ebû Bekir işkence çeken, kendisiyle aralarında kan bağı bulunmayan köleleri hiçbir karşılık beklemeden sırf Müslüman oldukları için büyük paralar ödeyerek satın almış ve hürriyetlerini ellerine vermiştir.

Mutayyebûn (koku sürülmüşler) : 480 yılı civarında vefat eden Kusay, vefatından önce üzerindeki görevleri oğlu Abdüddâr'a vasiyet etti. Ancak Kusay'ın torunları arasında bu görevler yüzünden ihtilaf çıktı. Abdümenâfoğulları olan Hâşim, Abdüşems, Nevfel ve Muttalib, o sıralarda Kureyş ticaretini geliştirerek uluslararası boyutlara ulaştırmışlar, bu suretle hem çevre ülkelerin hükümdarları ve hemde Araplar nezdinde şöhret kazanmışlardı. Bu dört kardeş, Abdüddâroğullarının elinde bulunan ve Kusay'dan intikal eden Hicâbe, Rifâde, Sikâye, Livâ ve Dârünnedve'yi ele geçirmek istediler. Sonuçta Kureyş ikiye bölündü. Esed, Zühre, Hâris ve Teymoğulları, Abdümenâfoğullarını desteklediler. Bunlar birbirinden ayrılmamak ve ittifak kurdukları kabileleri yalnız bırakmamak üzere Mescid-i Haram'da kokulu su dolu bir kazana ellerini batırıp, sonra da Kâbe'ye sürerek yemin ettiler. Bunun için kendilerine "Mutayyebûn" (koku sürülmüşler) denildi. Hz. Peygamber'in kabilesi olan Hâşimoğulları da Mutayyebûn'a dahildi.

Nabat Yazısı : Araplar önceleri, güney Arabistan'da gelişen "Müsned" adlı yazıyı kullanıyorlardı. Daha sonra bunun yerini, kuzeyde gelişen ve bugüne kadar gelen Arap yazısı almıştır. Bu yazı, kuzeydeki Nabat yazısının çeşitli safhalardan geçerek tekâmül etmesi sonucu ortaya çıkmıştır.

Nakîb : Hz. Peygamber'in isteği üzerine Medineli Müslümanlar, onunla aralarında irtibatı sağlamak için dokuzu Hazrec'den ve üçü Evs'ten olmak üzere on iki temsilci (nakîb) seçtiler. İkinci Akabe Bîatı denilen bu antlaşmadan sonra Hz. Peygamber sahâbîlere Medîne'ye hicret etmeleri için izin verdi. Onlar da küçüklü büyüklü kafileler halinde hicret etmeye başladılar. İkinci Akabe bîatı Zilhicce ayında gerçekleşti. Hz. Peygamber, Zilhiccenin geriye kalan günleriyle, Muharrem ve Safer aylarını Mekke'de geçirdi.

Nâkûs : Namaz vaktinin geldiğini duyurmak üzere bir ilana ihtiyaç vardı. Bunun için Hristiyanların şimdiki çan yerine kullandıkları ve üzerine bir çomakla vurularak ses çıkaran bir tahta parçası (nâkûs) çalınması, boru öttürülmesi, ateş yakılması veya bayrak dikilmesi şeklinde çeşitli fikirler ileri sürüldü. Ancak boru Yahudilerin, nâkûs hristiyanların, ateş de Mecusîlerin adeti olduğu için Resûl-i Ekrem hiçbirini beğenmedi. Bu sırada sahâbeden Abdullah b. Zeyd b. Sa'lebe'ye rüyasında ezan öğretilmiş ve o da ertesi gün Hz. Peygamber'e gelerek durumu anlatmıştı. Hz. Peygamber "Bu sâdık bir rüyadır" diyerek Bilâl-i Habeşî'ye ezan cümlelerini öğretti. Bilal-i Habeşî de Neccâroğullarına ait yüksek bir evin damına çıkarak ilk olarak sabah ezanını okudu. Daha sonra Mescid-i Nebevî'nin arka tarafına ezan okumak için özel bir yer yapıldı.

Nastûrî : Hîre'ye Nastûrî Hristiyanlığı erken dönemlerden itibaren girmeye başlamıştır. Hîre'de Nastûrî kilisesine mensup bir Hristiyan topluluk mevcuttu. Irak bölgesinde Hristiyanların çoğu Nastûrî mezhebini benimsemiş ve Hîre'de bir Hristiyan Arap topluluğu oluşmuştu.

Nesî : Araplar arasında "Nesî" usulü uygulanmaktaydı. Buna göre yılın on iki ayı Zilhicce ile sona erdikten sonra, bu ay ile Muharrem arasına bir on üçüncü ay eklerler ve onu da helal sayarlardı. Bu defa ayların yeri kayardı. Yani Muharrem Safer'e, Safer de Rebîülevvel'e kayardı ve bu kayma da böylece devam ederdi. Nesî' uygulamasını, başlangıçta hac mevsimini ılımlı bir aya denk getirmek için yaparlarmış. Daha sonraları da rahatça baskın ve yağma yapabilmek için uygulama alanına koymaya başlamışlardır. Çünkü peşpeşe gelen Zilkade, Zilhicce ve Muharrem aylarında baskın yapamıyorlardı. İslâm, nesî' uygulamasını yasaklamıştır.
Rıdvan Bîatı : Umre yapılmadan geriye dönülmesi, mültecîlerin tek taraflı iadesi ve "Resûlüllah" ibaresinin metinden çıkarılması Müslümanlara çok ağır geldi. Hz. Ömer, bu antlaşmanın Müslümanlar için ağır şartlar taşıdığını, buna karşılık müşriklerin lehine olduğunu ileri sürüyor ve ayrıca umre yapılmadan Medine'ye dönülmesini içine sindiremiyordu. Sonunda Hz. Ebû Bekir onu ikna etti. Antlaşmadan sonra Hz. Peygamber ve Müslümanlar kurbanlarını keserek ihramdan çıktılar; Hudeybiye'de on günden biraz fazla kaldıktan sonra Medine'ye dönmek üzere yola çıktılar. Yolda Dacnân mevkiine geldiklerinde umre seferi, Rıdvan Bîatı ve Hudeybiye Barışı'ndan bahseden Fetih Sûresi nâzil oldu.



Sirius(Şi'râ): Lahm, Himyer ve Kureyş kabileleri tarafından şi'râ yıldızı (Sirius) takdis ediliyordu. Kur'ân-ı Kerim'de bu yıldıza işaret edilerek "Doğrusu, şi'râ yıldızının Rabbi O (Allah)'dur" buyrulur. Bu yıldıza ilk tapanın ve bu suretle Kureyş kabilesinin putperestlik anlayışına muhalefet eden kişinin Ebû Kebşeadlı bir Huzâalı olduğu söylenir.

Suffe : Suffe, Mescid-i Nebevî'nin bitişiğinde üzeri hurma dallarıyla örtülü, fakir, kimsesiz ve barınacak yeri olmayan Müslümanlar için yapılmış gölgelikti. Burada kalanlara Suffe Ehli, Suffe Ashâbı denilirdi. Suffe Ehli, kimsesiz muhâcirler, bekarlar, Arap kabilelerinden Müslüman olup Medine'ye göç edenler ile ilim tahsil etmek isteyen sahâbîlerden oluşuyordu. Bunlar genellikle yoksul kimselerdi. Hz. Peygamber, Suffe'de kalan sahâbîlerin yeme ve içme gibi ihtiyaçlarıyla yakından ilgilenirdi

Şakkı sadır : Kaynaklarda Hz. Muhammed (s.a.s.)'in sütannesinin evine giderken ve onun yanında kaldığı süre zarfında başından geçen birtakım olağanüstü durumlardan bahsedilir. Bunlar arasında göğsün yarılması hadisesi (şakkı sadır) önemli yer tutar. Halîme'nin anlattığına göre, çocuğu Mekke'den getirdikten bir kaç ay sonra, Muhammed sütkardeşi ile evlerinin arkasında kuzu güderken, sütkardeşi koşarak annesinin ve babasının yanına gelir. Beyaz elbiseli iki adamın Muhammed'i tutup yere yatırdıklarını, karnını yardıklarını ve karıştırdıklarını bildirir. Halîme ile kocası derhal koşarlar; çocuğu benzi sararmış bir şekilde ve ayakta bulurlar. Ne olup bittiğini sorduklarında Muhammed, "Beyaz elbiseli iki adamın kendisini yere yatırıp karnını yardıklarını ve bir şeyler aradıklarını" söyler. Bunun üzerine sütannesi ile sütbabası çocuğu alıp çadıra dönerler.

Şerhi sadır : Allah tarafından Hz. Muhammed (s.a.s.)'i peygamberliğe hazırlamak amacıyla yapıldığı iddia ediliyorsa, manevî bir temizlik veya hazırlığın yine manevî tarzda olması gerekir. Halbuki rivayetlerde bu işin maddi bir operasyonla yapıldığı anlatılmaktadır. Ayrıca göğsün yarılması olayı İnşirâh Sûresi ile irtibatlandırılmıştır. Fakat İnşirâh Sûresi'nde "Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi?" derken, "Şakkı sadır"dan, göğsün yarılmasından değil, "Şerhi sadır"dan, yani göğsün açılmasından bahsedilmektedir. Göğsün açılmasından maksat da arayış içinde olan Hz. Peygamber'e hak dinin gösterilmesi, peygamberlik görevini nasıl yerine getireceğine dair endişelerinin, korkularının, Allah tarafından genişlik verilerek giderilmesi, gönlünün arıtılması ve ferahlatılmasıdır. Yani olay maddi değil, manevîdir.

Uhdûd : Yahudilik tüccarların kuzeye yaptığı seyahatlerde Yahudilerle ilişkileri sonucu Yemen'e girdi. Hatta Himyerî kralı Zûnüvâs Yahudiliği kabul etti ve Yosef adını aldı. Arap Yarımadası'ndan Hristiyanlığın kökünü kazımak için Necran üzerine yürüdü. Zûnüvâs, yerli Hristiyanların Hristiyan Habeşlilerle siyâsal bütünleşme arzusu taşıdığına inanıyor, hepsini vatan haini sayıyordu. O nedenle Necranlıları, Hristiyanlığı terke ve Yahudiliği kabule zorladı. Kabul etmeyenleri Uhdûd adı verilen içi ateş dolu çukurlara atarak diri diri yaktı. Başkanlarını öldürdü, mallarını, yağmaladı, İncilleri yaktı ve kiliselerini yıktı. Ateş çukurlarına atılanların dört bin veya yirmi bin kişi olduğu söylenir (523). Kur'an-ı Kerim'inBürûc Sûresi'nde bu olaya işaret edildiği kabul edilir. Şayet Bürûc Sûresi'nde işaret edilen bu olay ise, hendeklere doldurulup yakılan bu Hristiyanların tevhidinancına sahip oldukları anlaşılmaktadır. Çünkü adı geçen sûrede bu kimseler "mü'minler" olarak tavsif edilmekte ve onlardan "Allah'a inandıkları için intikam alındığı" bildirilmektedir. İslâm'ın doğduğu sırada Himyerî melikleri mahallî küçük emirlikler halinde varlıklarını sürdürüyorlardı.

Umretü'l-Kazâ : Hicretin altıncı yılında (6/628) müşriklerin engel olması üzerine gerçekleştirilemeyen umre, yedinci yılında (7/629) yapılmıştır. Bu umre (Umretü'l-Kazâ), Mekke müşrikleriyle ilişkilerde önemli bir yere sahiptir. Hz. Peygamber, Hudeybiye Barış Antlaşması'nın üzerinden bir yıl geçtikten sonra, antlaşma şartlarıyla Müslümanlara tanınan hakka dayanarak, içlerinde geçen yıl umre yapamayanların da bulunduğu iki bin sahâbî ile birlikte bir yıl önce Kureyş'in engel olması yüzünden gerçekleştirilemeyen umreyi yerine getirmek maksadıyla Mekke'ye hareket etti. Zülhuleyfe'ye vardığında ihrama girdi.

Utum : Kaynukâ'oğullarının tutumundan endişelenmeye başlayan Peygamberimiz, Şevval 2/Mart-Nisan 624'te onların üzerine yürüdü. Bu Yahudi kabilesinin hem okul, hem de mahkeme salonu olarak kullandıkları Beytü'l-Midras'ın önünde onları İslâm'a davet etti. Fakat Kaynukâ'oğulları kendilerinin Hz. Muhammed (s.a.s.) tarafından daha önce bu konuda ikaz edildiklerini belirterek davete olumsuz cevap verdiler. Onların Medine'nin özelliklerinden olan iki kaleleri (Utum. çoğulu: Âtâm) vardı. Bu kalelere çekildiler. Müslümanlar onları on beş gün süreyle kuşattılar. Yedi yüz savaşçıya sahip olan Kaynuka' Yahudileri korkuya kapıldılar. Hz. Peygamber'in vereceği karara razı olmak üzere kalelerinden çıkarak teslim oldular. Kaynukâ'oğullarının eski müttefiki ve münafıkların başkanı Abdullah b. Übey, Hz. Peygamber'den ısrarla onların bağışlanmalarını istedi. Peygamberimiz onların Medine'yi terketmelerini emretti. Bu defa Abdullah b. Übey Kaynukâ'oğullarının yerlerinde bırakılmaları için çaba sarfettiyse de bunu başaramadı.

Üstüvânetü'l-Vüfûd : Elçiler Sütunu, Heyetler sütunu. Peygamberimiz elçileri Mescid'de "Elçiler Sütunu" (Üstüvânetü'l-Vüfûd) adını taşıyan bir direğin önünde kabul ederdi. Hukûkî ve kazâî davalar için Mescid, sabit bir mahal olmamakla birlikte, Hz. Peygamber devrinde mahkeme ve duruşma salonu olarak kullanılmıştır. Bu sütunun yeri günümüzde de Mescid-i Nebevî'de, üzerinde "Bu Hey'etler Sütunudur" (Hâzihî Üstüvânetü'l-Vüfûd) yazılı sütunla gösterilmektedir.

Ve'd : Kız çocuklarına aile içinde itibar kazandırılmış ve onları diri diri toprağa gömme âdeti (ve'd) şiddetle yasaklanmıştır.

Kur'an-ı Kerim'de Müslümanların Bedir Savaşı'nda meleklerin yardımıyla desteklendiği ve Allah'ın kendilerine yardım ettiği açıkça belirtilmektedir. Âl-i İmrân Sûresi'nin bu konuyla ilgili âyetlerinin meâli şöyledir: "Andolsun ki sizler güçsüz olduğunuz halde Allah Bedir'de size yardım etmişti. Öyle ise Allah'tan sakının ki O'na şükretmiş olasınız. O zaman sen mü'minlere şöyle diyordun: İndirilen üç bin melekle Rabbinizin sizi takviye etmesi, sizin için yeterli değil midir"?[297] Aynı şekilde Enfâl Sûresi'nde Allah'ın Bedir'de Müslümanlara yardım ettiği ve mücâhidleri meleklerle desteklediği zikredilmektedir.[298] Bakara, Âl-i İmran ve Enfâl sûrelerinde bunlardan başka Bedir Gazvesi'nden bahseden daha pek çok âyet-i kerîme mevcuttur. Kur'an-ı Kerim'de bu savaştan ayırdetme günü (Yevme'l-Furkân) ve iki topluluğun karşı karşıya geldiği gün (Yevme'l-Teka'l-Cem'ân) diye bahsedilmektedir.[299] Müslümanların kervana karşı çıktıkları,[300] Allah'ın iki topluluktan (kervan veya ordu) birini Müslümanlara va'dettiği,[301] Müslümanların ayak bastıkları yeri kuvvetlendirmek için yağmur yağdırdığı ve daha başka yardımlarda bulunduğu[302] bildirilmektedir. Nitekim Bedir Gazvesi'nin cereyan ettiği gün yağmur yağmış, müşriklerin ordugâhının bulunduğu alan bataklık
haline gelmiştir. Buna karşılık tozlu olan İslâm ordusunun bulunduğu alan ise yağmur suyuyla sertleşmiş ve bu da Müslümanlara güç vermiştir.[303] Bazı âyet-i kerîmelerde Hz. Peygamber'in, Müslümanların ve ayrıca müşriklerin ve münafıkların psikolojik durumları hakkında bilgiler mevcuttur.[304] Ayrıca esirler,[305] ganimetler ve bunların taksimi[306] konusunda Müslümanların uygulamaları gereken hükümler bildirilmektedir. Karşı karşıya gelen iki topluluktan birinin Allah yolunda, diğerinin ise inkarcı bir topluluk olduğu vurgulanmaktadır.[307] Allah Teâlâ'nın, Müslümanlara yardım etmesine karşılık, İslâm'a karşı ısrarlı bir direniş gösteren Mekke müşriklerinin cezalandırıldığı anlaşılmaktadır. Kur'an-ı Kerim'de geçen "Batşe-i Kubrâ" (şiddetli yakalayış)[308] tabiriyle Bedir savaşının kasdedildiği kabul edilmektedir. Şüphesiz bu ayetlerde bildirilen olağan dışı durumları müşrikleri ilzam etmek için birer mucize olarak değil, Allah'ın Müslümanlara yardımı olarak telakki etmek gerekir.

Zilkurbâ : Hz. Peygamber'in akrabalarını teşkil eden Benî Hâşim ve Beni'l-Muttalib mensuplarıdır. Kur'an-ı Kerim'de ifade edilen yakın akrabası (Zilkurbâ) arasına dahil etmiştir. Hâşimoğullarına, Muttaliboğullarıyla aynı derecede akraba olan Abdüşemsoğullarıyla Nevfeloğullarını ise Zilkurbâ'nın dışında tutmuştur.

Zimmî : Tebük seferinin hazırlıkları esnasında, sefer sırasında ve sonunda Kur'an-ı Kerim'in Tevbe (Berâe) Sûresinin bazı âyetleri nâzil oldu. Hz. Peygamber Tebük'te bulunduğu esnada kendilerine davetçiler gönderdiği Ehl-i Kitap mensuplarına, bu sûrenin 29. âyetinin hükümlerini tatbik etmeye başladı. Buna göre Ehl-i Kitab'a dahil olan zümrelere Müslüman olmaları teklif edilir. Daveti kabul ederlerse Müslüman olurlar; şayet kabul etmeyip kendi dinlerinde kalmak isterlerse İslâm devletine cizye ödemeleri istenir. Cizye ödemeyi kabul ederlerse devletin tebaası olurlar. O takdirde canları, malları, ırz ve namusları ile din ve mabetleri İslâm devletinin himayesine alınır. Kendilerine "Zimmî" denir.

Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı Terimleri

Ensâb : (Tekili Neseb)Neseb ilmi
Meseller : Kısa hikayeler
Darb-ı meseller : Atasözleri
Ahbâr : Arapların geçmişine ait destânî-menkıbevî rivayetler
Medih : Övgü
Fahr : Övünme
Hicâ : Yergi
Risâ : Mersiye söyleme
Hamâse : Kahramanlık
Mesâlibü'l-Arab : "Arapların ayıpları" Câhiliye dönemindeki çirkin davranışları olan Araplara denilir.
Fezâilü'l-Arab : "Arapların faziletleri" Câhiliye döneminde güzel davranışları olan Araplara denilir.
Mürüvve: Kavgada cesaret, felâket ânında sabır, zayıfı korumak, güçlüğe karşı koyma.
Muallakât-ı Seb'a : Yedi Askı manâsına gelir. Şiir yarışmalarında derece kazanmış meşhur kasideler Kâbe duvarına asılırdı.
Bedevîler : Konar göçer ve çadırlarda yaşayan Araplar
Hadarîler : Yerleşik hayata geçen şehirde yaşayan Araplar
el-Arzu'l-Hadrâ : Yeşil toprak demek. Çok yağış aldığı ve yeşillik olduğu için Yemen’e verilen isim.
Hilf : Antlaşma, ittifak
Civâr : Resmi koruma teminatı
Velâ : Korumaya alma, dost kılma
Halif : Antlaşmalı müttefik
Câr : Resmi koruma teminatı altındaki kimse
Mele : Her oymaktan önde gelen bir veya iki kişinin katılımını oluşturduğu meclis. Mele’nin yaptırım gücünden çok ahlâki otoritesi vardır. Peygamberliğin Mekke döneminde mele'in üyeleri Hz. Muhammed (s.a.s.)'in baş muhalifleriydi.
Dârünnedve : Mele'in toplantı yeri
Nâdî : Kureyş'in alt kollarının eşrâfının toplantı yerleri
Âl : Aynı ev veya çadırda oturan dede, oğullar, torunlar ve bunların çocuklarından oluşan geniş aile.
Iyâl : Ana-baba ve çocuklardan oluşan dar aile.
Sûku'n-Nabat : Hz. Peygamber devrinde Medine'de bir Nabat Pazarı.
Tard ve hal : Bir kabile reisini kabile harici bırakma ve bir kimsenin himayeye alınması. (O aşiretin nâdîsinde yapılırdı).
Asabiyet : Kabile nizamının esası; bir kimsenin asabesini, yani baba tarafından akrabalarını veya genelde kabilesini, ister haklı, ister haksız olsun her zaman savunmaya hazır olmasıdır; dış tehlikelere karşı koymak veya saldırı yapmak gerektiğinde bütün kabile üyelerinin harekete geçmesini sağlayan birlik ve dayanışma ruhudur. Bu ruh, kabilenin bütün fertlerini birbirine bağlayan unsurdur
Eyyâmü'l-Arab : Arap kabileleri arasında meydana gelen savaşlar
Yevmü Buâs, Yevmü Zû-Kâr ve Yevmü Ficâr : Savaşın geçtiği yere, sebebe veya sonuca göre bu savaşların her birine verilen isim.
Yevmü Zû-Kâr : Hz. Peygamber kırk yaşında iken Araplarla İranlılar arasında geçen savaş.
Yevmü Buâs : Evs ile Hazrec arasında geçen savaş.
Yevmü Ficâr : Kureyş ve Kinâne ile Kays-Aylan arasında geçen savaş.
Ficâr : Haram aylar denilen, Zilkâde, Zilhicce, Muharrem ve Receb aylarında yapılan savaş.
Mevâlî : Azat edilen köle (tekili: mevlâ) sahibi tarafından azat edilirse, azat edenin mevlâsı (azatlısı) olur.
Âmü'l-Hüzn : Hz. Peygamber'in ifadesiyle üzüntü yılı (Hüzün yılı). Amcası Ebû Tâlib, boykotun kalkmasından sekiz ay yirmi gün sonra, Hz. Hatice de ondan kısa süre sonra, peygamberliğin 10. yılında, 10 Ramazan/19 Nisan 620'de vefat etti.
Bâbü's-Selâm : Mescid-i Nebevî'nin üç kapısının birincisidir. Kıble, Kudüs'ten Kâbe'ye çevrilince güney yönünde bulunan kapı kapatılarak kuzey yönünde açıldı.
Bâbü-Cibrîl : Mescid-i Nebevî'nin üç kapısının ikincisidir. İkinci kapı doğu tarafında idi. Hz. Peygamber bu kapıyı kullanırdı
Bâbü-Âtike : Mescid-i Nebevî'nin üç kapısının üçüncüsüdür. Üçüncü kapı ise batı yönünde bulunuyordu.
Muâhât : Kardeşleştirme. İslam kadeşliği
Ensar : Evs ve Hazrec kabilelerine yani Medineli Araplara verilen isim.
Muhacir : Mekkeden Medineye göç eden Araplara verilen isim.
Gazve : Asker sayısı az veya çok olsun, savaş için, yahut başka maksatla hareket edilsin, çarpışma meydana gelsin veya gelmesin Hz. Peygamber'in katıldığı bütün seferlere gazve (çoğulu. gazavât) denir.
Seriyye : Hz. Peygamber'in bizzat katılmadığı, bir sahâbînin kumandası altında gönderdiği askerî birliklere ise seriyye adı verilir.
Yevme'l-Furkân : Kur'an-ı Kerim'de bedir savaşında ayırdetme günü olarak bahsetmiştir.
Yevme'l-Teka'l-Cem'ân : Kur'an-ı Kerim'de bedir savaşında topluluğun karşı karşıya geldiği gün olarak bahsetmiştir.
Batşe-i Kubrâ : Kur'an-ı Kerim'de geçmektedir,(şiddetli yakalayış) tabiriyle Bedir savaşının kasdedildiği kabul edilmektedir.
er-ru'yâ es-sâdıka : Hadislerde ve tarih kitaplarında vahyin doğru rüyalarla başladığı bildirilmektedir
Bi'set : Kur'an-ı Kerim'de peygamberliğin nasıl başladığı konusu. (ayrıntılı bilgi mevcut değildir.)
Sevîk : Kavrulmuş un. Ebû Süfyan Medineye saldırmak için yola çıkarken yanına erzak olarak torbalara doldurulmuş kavrulmuş un (sevîk) almıştı. (Sevîk Gazvesi).
Cebelü'r-Rumât : Okçular Tepesi (Eski adı Ayneyn tepesi Uhud dağının karşısındaki tepe).
Mübareze : Teke tek vuruşma. Arap geleneğine göre savaş mübareze (teke tek vuruşma) şeklinde başlar.
Hasbünallâhü ve ni'me'l-vekîl : "Allah bize kâfîdir. O ne güzel vekildir”
Kubtıyye : Mısır'da imal edilmiş ince beyaz elbise.
Fey : Gayr-i müslimlerden silah kullanmadan ele geçirilen ve İslâm devletinin gelir kaynakları arasında yer alan taksim esasları.
Ferrâr veya Fürrâr : Firar edenler anlamına gelmektedir.
Kürrâr veya Kerrâr : Döne döne hamle yapan savaşçılar anlamına gelmektedir.
Seyfullah : Allah'ın kılıcı demektir. Hz. Peygamber Mute savaşından dönenHalid b. Velid'e "Seyfullah" (Allah'ın kılıcı) lakabını vermiştir.
Sâatü'l-Usre :Tebük seferine çıkılan zamana Kur'an dilinde güçlük zamanı olarak geçmektedir.
Gazvetü'l-Usre :Tebük seferi Kur'an dilinde güçlük Gazvesi olarak geçmektedir .
Ceyşü'l-Usre : Tebük seferine çıkan ordu Kur'an dilinde güçlük ordusu olarak geçmektedir.
Bekkâîn : Çok ağlayanlar. Fakirlikleri dolayısıyla savaşa katılamayıpta ağlayn ve haklarında Âyet inen yedi sahabeye verilen isim.
Senetü'l-Vüfûd : Heyetler yılı. İslam dinini kabul etmek için Medineye heyetlerin yoğun bir şekilde geldiği Hicretin 9. Yılı (630-631).
Mübahele : Karşılıklı lanetleşme.
Üstüvânetü'l-Vüfûd : Heyetler Sütunu
Hâzihî Üstüvânetü'l-Vüfûd : Bu sütunun yeri günümüzde de Mescid-i Nebevî'de, üzerinde "Bu Hey'etler Sütunudur" (Hâzihî Üstüvânetü'l-Vüfûd) yazılı sütunla gösterilmektedir.
Iyâfet : Kuşları azarlamak, onların isimlerinden, seslerinden ve geçişlerinden anlamlar çıkarmak Esed kabilesinin batıl inaçlarındandı Müslüman olduktan sonra bunlardan vazgeçtiler.
İnzâr : Uyarma
Tebşîr : Müjdeleme
Nezîr : Uyaran
Münzir : Uyarıcı
Mübeşşir, Beşîr : Müjdeci
Râye :Sancak
Livâ :Bayrak
Şiâr : Parola
Müsle : Öldürülen bir kimsenin bir organının kesilmesi (Hz. Peygamber buna asla izin vermemiştir)
Mübadele : Esir alınan Düşman askerine karşılık Müslüman esirlerin serbest bırakılması.
Humusu’l-humus : (Beşte birin beşte biri) yani yüzde dört oranındadır.
İnfak : Allah rızası için harcamak.
Ahlâf : Müttefikler
Ahidnâme : Yazılı emir ve talimat, bazı şahıs ve gruplara tanınan hak ve imtiyazları, yabancılarla yapılan antlaşma hükümlerini içeren belge.
Âkib : Necranlıların Emîri ve halk meclisinin başkanı.
Uskuf : Necranlıların Dini liderleri, papaz ve bilginlerin başı.
Seyyid : Necranlıların Ticaret ve seyahat işleri başkanı.
Âmil : Hz. Peygamber, Arap Yarımadası'nın çeşitli bölgelerine, şehirlere ve bazı kabilelere valiler tayin etmiştir. Kaynaklarda bunlara "emîr" ve "âmil" de denilmektedir.
Ammuenes (Umyânis) : Câhiliye döneminde Havlânîler’in taptıkları putun adı.
Arab-ı Âribe: Asıl Araplar bunlardır. Kahtânîler adı verilen bu grubun esas vatanı Yemen'dir. Bunlara Güney Arapları da denilir.
Arab-ı Müsta'ribe (veya Mütearribe): Aslen Arap olmayıp, sonradan Araplaşan kabilelerdir. Bunlara, Hz. İsmail'in neslinden oldukları için İsmâîlîler; Hz. İsmail'in torunlarından Adnan'ın neslinden türedikleri için Adnânîler de denir.
Arab-ı bâide : Eski devirlerde yaşamış, ancak daha sonra yok olmuş Araplardır. Âd, Semûd, Medyen ve Amâlika gibi.
Arab-ı bâkiye : Soyları devam eden Araplardır.
Arab-ı Müsta'ceme : Acemleşmiş Araplar. Başka soylarla karışmış Araplar.
Ateh : Bir çeşit akıl eksikliği ve zayıflığı hali.
Bey' : Satım akdinin Kur'an-ı Kerim'in ilgili ayetleri istikametinde düzenlemesi
Büyû : Hadis literatüründe Hz. Peygamber'in satım akdi uygulamalarını ve sözlerini içeren özel bölümler.
Bey'atürrıdvân : Kâbe’yi tavaf etmek için Hz. Osman’ı elçi olarak Mekke’ye gönderdi Mişriklerin Hz. Osman’ı öldürdükleri dedikodusunu duyunca sahabeden “ölüm üzerine” biat(söz) alması.
Beytü'l-Makdis : Yahudilerin Kıblesi. Hz. Peygamber Kâbe kıble olarak belirtilmeden önce başlangıçta namazlarda onların kıblesi olan Beytü'l-Makdis'e yönelmiştir.
Beytü'l-Midras : Yahudi kabilesi olan Kaynukâ'oğullarının hem okul, hem de mahkeme salonu olarak kullandıkları yer. “Hz. Peygamber Beytü'l-Midras'ın önünde onları İslâm'a davet etti.
Bi'r-i Maûne fâciası : Uhud savaşından dört ay sonra Safer 4/Temmuz 625'te Müslümanları üzüntüye boğan bir olay olan Bi'r-i Maûne fâciası meydana geldi.
İstişâre : Karşılıklı fikir alışverişi.
Kasvâ : Hz. Paygamberin (s.a.v)’in devesinin adı.
Muâhid : Zulum etmek.
Nikâh-ı mut'a : Süreli nikâh
Nikâh-ı bedel : Eşleri karşılıklı değiştirme
Nikâh-ı istibdâ' :Bir erkekten çocuk sahibi olmak için eşi ona sunma
Nikâh-ı makt : Büyük oğlun babasının ölümünden sonra üvey annesiyle evlenebilmesi
Nikâh-ı şığâr : Başlık ve mehir vermemek için kızların değiştirilmesi

DİYANET HABERLERİNİ Bizimle takip edin !

2014 DHBT - Din Hizmetleri Alan Bilgisi Testi

Scroll to top